Yunanistan’ın 1500’e yakın adasının yaklaşık 200’ünde yerleşim var. Bu adaların bazıları dünyanın her yerinden bolca turist alan, kitle turizminin fazlaca girdiği yerler. Diğer bir bölümü Yunanistan’a veya Türkiye’ye olan yakınlıkları nedeniyle özellikle yazın çok fazla Yunan veya Türk turist alan adalar. Yine de bu kadar ada bolluğu içinde, Yunanistan’da sakin,gözlerden uzak ve doğal güzellikleri fazla olan ada arayanlar için hala gidilebilecek adalar var. Semadirek (Samothraki) bunlardan biri. Gökçeada’nın hemen üzerinde Trakya açıklarında Yunanistan’ın en kıyıda köşede kalmış ve sakin adalarından olan Semadirek sakin, huzurlu ve doğa ile içiçe bir seyahat arayanlar için ideal.
Tag Archives: pastane
Yunanistan’ın Bir Ucu: Meis
En yakın Yunan adası Rodos’a neredeyse 200 km, Antalya Kaş kıyılarınaysa sadece 2 km uzaklıktaki Meis (Yunanca=Kastelorizo), Yunanistan’ın en doğudaki toprağı. Ada Yunanistan’dan o kadar kopuk ve uzak ki, bu uzaklık ve unutulmuşluk Salvatores’in 1991 yılında çektiği ve adayı bir nebze olsun meşhur eden Meditterraneo filminde de tiye alınmış. Toplam 400 kişinin yaşadığı adada sadece bir köy var. Hareketli bir seyahat bekleyenler için çok da yapacak birşeyin olmadığı ada, sakin birkaç gün geçirip dinlenmek isteyenler için ise biçilmiş kaftan.
İspanya’nın Şarap Deposu: Zaragoza
İspanya’nın en önemli üç büyük bölge başkentinin tam ortasında olması Zaragoza’nın hem şansı hem de şanssızlığı olmuş. Gerçekten de Zaragoza, İspanya’nın başkenti Zaragoza, Katalonların başkenti Barcelona ve Baskların başkenti Bilbao’nun oluşturduğu üçgenin tam ortasında yer alıyor ve hepsine sadece bir, bir buçuk saat uzaklıkta. Hal böyle olunca Zaragoza bir yandan önemli bir kavşak noktası ve stratejik bir şehir olurken diğer taraftan da bu büyük şehirlerin gölgesinde kalmış. Bir zamanlar Aragon krallığının başkenti olan ve Rioja şaraplarından, İspanya’nın yetiştirdiği en büyük ressam Goya’nın memleketi olmaya kadar pek çok ilginç özelliği olan Zaragoza’da yapacak ve görecek şey çok.
Madrid: İspanya’da Uyumayan Başkent
Madrid’e yolumuz ilk defa on yıl kadar önce henüz seyahat etmeye ilk başladığımız dönemde düşmüştü. O zaman çok az zaman geçirebildiğimiz bu şehre bayılmış, hem tarih ve kültür, hem de yeme içme anlamında beklentilerimizi kat kat aşan bu şehre en kısa zamanda tekrar gelmeye karar vermiştik. Araden geçen on yılda İspanya’ya yolumuz defalarca düştü, ülkenin her köşesini gezip aylarca vakit geçirdik ama Madrid’e tekrar gelme fırsatımız olmadı. Bu yıl yolumuz bir iş için Zaragoza’ya düşünce bunu fırsat bilip hemen seyahati uzattık ve birkaç günlük bir Madrid bölümü de ekledik. İyi de yapmışız. Almadovar’ın bütün filmlerine ilham veren Madrid, denize kıyısı olmamasına rağmen hayattan keyif almayı bilen insanları ve enerjisi ile bu farkı fersah farsah kapatıyor. Normalde büyük laf etmeyiz ama İspanya’nın 20’den fazla kentini gördükten sonra Madrid’i görmeyen İspanya’yı tam olarak görmüş sayılmaz diye büyük bir laf ediyor ve tekrar geleceğimiz zamanı iple çekiyoruz.
Dünyanın En Büyüğü: Şangay
Shanghai 25 milyonluk nüfusuyla dünyanın en kalabalık şehri. Sadece Asya kıtasının değil, dünyanın en büyük ekonomik merkezi olma yolundaki bu şehir o kadar büyük ki hakkını vererek her yerini gezip dolaşmak için haftalar ve hatta belki aylar bile yetmeyebilir. Biz de bir haftalık kısıtlı zamanımızda Şangay’ı elimizden geldiğince gezmeye çalıştık.
Yasak Şehirden Çin Seddine: Pekin
Pekin hem yayıldığı alan hem de gezip görecek şeylerin çokluğu ile birkaç günde gezilemeyecek kadar büyük. 20 küsur milyonluk nüfusu ile dünyanın en kalabalık ülkesinin başkenti olduğunu akılda tutmak Pekin’i gezerken daha gerçekçi ve mütevazi planlar yapmak için faydalı olabilir. Çin’in farklı bölgelerinden mutfak ve kültürlerin neredeyse tümünü görebileceğiniz Pekin bu anlamda tam bir Asya metropolü ama hala daha batılı ve modern olan Şangay’a göre hala klasik Çin’in temsilcisi sayılır.
Mozzarella ve Pizza’nın Memleketi: Napoli
Napoli’nin sadece İtalya’nın değil tüm Akdeniz’in en güzel ve karakterli şehirlerinden biri olduğunu söylersek pek çoklarına ilk anda tuhaf gelebilir. Gerçekten de adı, filmlere konu olan Camorra mafyası, yoksulluk, yüksek suç oranı ve toplanmayan çöpler ile birlikte anılan Napoli’nin Roma, Milano, Venedik gibi şehirlere göre daha kötü bir imajı olduğu doğru. Ama kısmen doğruluk payı olsa da bunlar hem kulaktan kulağa biraz fazlaca abartılmış konular, hem de Napoli kesinlikle bunlardan ibaret değil. Bir kere Napoli harika bir doğaya ve havaya sahip İtalya’nın Campania bölgesinin günün her saati cıvıl cıvıl yaşayan, turizmden nasibini fazlaca almamış en büyük (İtalya’nın üçüncü en büyük) kenti ve kültürel başkenti. Akdeniz havzasının en eski ve büyük liman şehirlerinden biri olan Napoli’nin köklü bir tarihi ve muazzam yeme içme kültürü var. Mesela İtalya denince akla ilk gelen şeylerden Pizza ve Mozzarella bile bu kentten ve Campania bölgesinden çıkma. Öyle ki cıvıl cıvıl ve hala gerçek İtalya’nın tadını alabildiğimiz Napoli kenti, aynı bölgede yer alan fazlaca turistik ve kalabalık komşuları Amalfi, Positano ve Capri’den sonra bize ilaç gibi geldi ve burada haftalarca vakit geçirebileceğimizi hissettik.
Amalfi Kıyıları, Positano, Capri ve Sorrento
Amalfi yarımadası sadece Avrupa’da değil tüm dünyada turistleri en çok cezbeden bölgelerden biri. Doğası, mavi-turkuaz denizi, sarp kayaların arasında denize doğru uzanan rengarenk köy ve kasabaları, Capri gibi şarkılara konu olmuş adaları ile bölgenin neden bu kadar sevildiğini anlamak zor değil. Diğer taraftan İtalya’nın ve akdeniz havzasının çoğunu gezmiş olan bizler ise bu bölgeyi gereğinden fazla kitle turizmi istilasına uğramış, kalabalık ve (muhtemelen bir zamanlar çok güzel olan ve şarkılara ilham veren) eski halinden epey uzaklaşmış bulduk. Doğanın epey cömert davrandığı bölgede görecek, yapacak ve keyif alacak epey şey var tabii ki. Yine de bizim izlenimimiz bu bölgenin an itibarı ile tamamen turistler için yaratılmış bir theme park’a dönüştüğü ve gerçek İtalya’da görebileceğiniz pek çok güzelliği burada yaşamanın zor olduğu. Biz gezip gördüklerimizi yazalım, karar sizin.
Boston – Cambridge
Cambridge, Harvard ve MIT üniversitelerinin bulunduğu semt. Zamanında ayrı bir şehir iken zamanla Boston şehrinin bir bölümü haline gelmiş. Cambridge, Boston’da Charles nehrinin kuzey kıyısı boyunca uzanıyor. Her iki üniversite de kampüs binalarını gezmek ve derslerin büyük bir çoğunluğuna katılmak mümkün.
Boston – Downtown, North End, South End, Charlestown
Boston 1773 yılında ABD’nın bağımsızlığını kazandığı tarihi Çay Partisi (Tea Party) ile ünlü bir şehir. Bugün ABD’nin New England bölgesinin merkezi olan Boston, birçok üniversite ve firmanın burada bulunması nedeniyle Amerika’ya yolu düşenlerin en çok gittiği şehirlerden. Boston, tarih, kültür ve yeme içme yönlerinden zengin bir kent. Bize çok sevdiğimiz New York’un daha küçük ve yaşanılabilir bir hali gibi geldi. Toplam bir hafta kaldığımız Boston’da yapacak ve görecek o kadar çok şey vardı ki önceden gitmeyi planladığımız Salem ve New England adaları gibi pek çok yere gitmeye vaktimiz kalmadı. Değişken havası zaman zaman gezi planlarımızı değiştirmemize neden olsa da Boston’u tarih, kültür, yeme ve içme merkezli gezileri seven herkese öneririz.